Arama Motoru

22 Mart 2012 Perşembe

Rudyard Kipling'in If (Eğer) Şiiri

IF.....

IF you can keep your head when all about you
Are losing theirs and blaming it on you,
If you can trust yourself when all men doubt you,
But make allowance for their doubting too;
If you can wait and not be tired by waiting,
Or being lied about, don't deal in lies,
Or being hated, don't give way to hating,
And yet don't look too good, nor talk too wise:

If you can dream - and not make dreams your master;
If you can think - and not make thoughts your aim;
If you can meet with Triumph and Disaster
And treat those two impostors just the same;
If you can bear to hear the truth you've spoken
Twisted by knaves to make a trap for fools,
Or watch the things you gave your life to, broken,
And stoop and build 'em up with worn-out tools:

If you can make one heap of all your winnings
And risk it on one turn of pitch-and-toss,
And lose, and start again at your beginnings
And never breathe a word about your loss;
If you can force your heart and nerve and sinew
To serve your turn long after they are gone,
And so hold on when there is nothing in you
Except the Will which says to them: 'Hold on!'

If you can talk with crowds and keep your virtue,
' Or walk with Kings - nor lose the common touch,
if neither foes nor loving friends can hurt you,
If all men count with you, but none too much;
If you can fill the unforgiving minute
With sixty seconds' worth of distance run,
Yours is the Earth and everything that's in it,
And - which is more - you'll be a Man, my son!


EĞER...

çevrende herkes şaşırsa ve bunu da senden bilse,
sen aklı başında kalabilirsen eğer,
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem de kendine güvenebilirsen eğer,

bekleyebilirsen usanmadan,
yalanla karşılık vermezsen yalana,
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana,

düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
ne kazandım diye sevinir,

ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilrsen değer,

söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
kandırabilir diye saflar dert etmezsen,
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden,

döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu,

yüregine, sinirine "dayan" diyecek,
direncinden başka şeyin kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada

sen dayanabilirsen tek,

herkesle düşer kalkar erdemli kalabilirsen,
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitmezse seni,
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni,

bir saatin her dakikasına emeğini katarsan hakçasına,
böylece dünyalar önüne serilir,
üstelik oğlum adam oldun demektir.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Son bir yılda kaç kişi Müslüman oldu?
İslamiyet'ten Hristiyanlığa geçenlerin sayısı ne? En çok hangi ülke vatandaşları din değiştiriyor?
Güncelleme:14 Kasım 2011 09:52
Türkiye'de resmi verilere göre bir yıl içinde farklı dinlere mensup iken İslamiyet'e geçenlerin dörtte üçünü kadınlar oluşturdu.

İslamiyet'i seçenlerin büyük bir bölümünün daha önce Hristiyan olduğu belirlendi. İslamiyet'e geçenlerin daha çok gençler olduğu da ortaya çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın verilerine göre bir yıl içinde 634 kişi din değiştirerek Müslüman oldu. Bunların 467'si kadın. Kadınların neden İslamiyet'i seçtikleri sorusuna verdiği yanıtların başında "inceleme ve araştırma" geliyor.

ÜLKELERE GÖRE SIRALAMA
Habertürk Gazetesi'nde yer alan habere göre; Türkiye'de bir başka dinden İslamiyet'e geçenlerin yaklaşık dörtte birini Almanlar oluşturuyor. Onları Rusya, ABD, Fransa ve İngiltere vatandaşları takip ediyor.

Diyanet verilerinde ilginç bir ayrıntı da dikkat çekti. 47 Türkiye vatandaşı, bir yıl içinde bir başka dinden İslamiyet'e geçti.

Bunların 41'i kadın, 6'sı ise erkek. İslamiyet'i seçenlerin büyük en büyük çoğunluğunu 21-30 yaş arası gençler oluşturdu (toplam 257 kişi). 31-40 yaş arasında da 175 kişinin İslamiyet'i seçtiği tespit edildi.

İslamiyet'ten Hristiyanlığa 7 yıl içinde 338 kişi geçti
Türkiye'de 1997-2004 yılları arasında yapılan bir araştırmaya göre İslamiyet'ten başka dine geçenlerin sayısı 7 yılda 344 kişi olarak belirlenmişti. Bu kişilerden 338'i Hristiyanlığa, 6'sı ise Museviliğe geçmişti.
Kara kutu sırlarıyla gömülecek
Duruşmasına 9 gün kala cezaevinde hayatını kaybeden MİT'çi Kozinoğlu, ardında birçok soru işareti bıraktı.
Güncelleme:14 Kasım 2011 10:00
Kimilerine göre MİT'in Yeşil'i kimilerine göre ise Türk 007'ydi...
Türkiye kamuoyu Kaşif Kozinoğlu'nu ilk kez 6 yıl önce dönemin Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile Alaattin Çakıcı'nın davası için yaptığı görüşmenin ortaya çıkması ile tanıdı. Ergenekon soruşturması kapsamında 3 Mart'ta başlatılan OdaTV baskınında tekrar gündeme geldi. O güne kadar sadece belli belirsiz tek kare fotoğrafı ile medyada yer alan Kozinoğlu, 10 Mart'ta Beşiktaş Adliyesi'ne yanlış kapıdan girmeye çalışırken gazetecilere yakalandı.
Haberin Devamı:
YARGITAY-MİT-MAFYA
Tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne konulan Kozinoğlu, Türkiye'nin en gizemli adamlarından biriydi. Kimilerine "Türk 007" kimilerine göre ise "MİT'in Yeşil'iydi". Telefon dinleme kayıtları ile ortaya çıkan bu olay o dönemde MİT-Mafya-Yargı üçgeninde yaşanan karmaşık ilişkileri gözönüne sermişti.

Yargıtay-MİT-mafya üçgeninde ortaya çıkan skandalın ardından MİT Kaşif Kozinoğlu'na sahip çıkmıştı.

MİT'e göre Kozinoğlu, Yargıtay Başkanı'na yapılacak bir suikast girişimini araştırıyordu. Ancak daha sonra bu ihbarın Çakıcı tarafından yapıldığı ortaya çıktı.

Mahkeme ise delillerden yola çıkarak yapılan görüşmelerin amacının Çakıcı'nın davasının lehine sonuçlanması için bir girişim olduğunu ortaya koydu.

HAKKINDA DAVA AÇILAN İLK ÜST DÜZEY MİT'Çİ
Kozinoğlu o dönemde MİT'te Operasyon Başkan Yardımcısı idi ve geçici bir görev için Tokyo'da olduğu açıklanmıştı.

Böylece, MİT tarihinde ilk kez, üst düzey bir görevli için böyle "şok" bir iddiayla ve "çeteye yardım ve yataklık" maddesinden dava açılmış oldu.

Sonuçta Çakıcı'nın Yargıtay'daki davasını, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya aracılığıyla takip ettiği iddia edilen MİT'çi Kaşif Kozinoğlu 5 ay hapis cezası aldı.

ESKİ BORDO BERELİ
Kozinoğlu, hem eski bir bordo bereli hem de üst düzey MİT görevlisi olması nedeniyle ismi bu kadar gündeme gelmesine rağmen halen Türkiye'nin en gizemli isimlerinden biri.

Medyada yer alan fotoğrafı bile yıllar önce çekilmiş görüntü kalitesi oldukça düşük bir kare.

Binbaşı rütbesi ile Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan emekli olan Kozinoğlu, daha sonra MİT'e çalışmaya başladı. Kozinoğlu, MİT'te Operasyon Başkanlığı yapan Şenkal Atasagun'a bağlı olarak çalıştı. Atasagun tarafından CIA'e 'Usame bin Ladin'i yakalayacak istihbaratçı' olarak sunuldu.

İLK PERİNÇEK YAZDI
Kozinoğlu'nun adı ilk kez Doğu Perinçek'in Susurluk'tan sonra yazdığı, ‘Çiller Özel Örgütü’ kitabında geçti. Perinçek'e göre Kozinoğlu, Çiller ekibinin özel kuvvetlerle bağlantısını sağlıyordu.

ÖZEL HAREKATÇILARI EĞİTTİ
Kaşif Kozinoğlu, 1986 yılında Özel Harp Dairesi'nde görevli iken Polis Özel Harekat timlerini eğitmek üzere görevlendirildi.

1987'de ise MİT'in kurduğu yurtdışında görev yapacak birimin kuruluşunda görev aldı.

AFGANİSTAN'DA GENERAL
Kaşif Kozinoğlu, MİT'te Operasyon Başkanlığı'nın altında Asya Ülkeleri Daire Başkanı Vekilliği yaptı.

Kozinoğlu'nun Afganistan'daki etkinliği hem ABD'nin işgalinden önce hem de sonrasında devam etti.

General Dostum'la yakın dostluğu bulunan Kozinoğlu, bu ülkenin önde gelenleri tarafından hala çok önemsenen bir aktör. Hatta bazı kaynaklara göre Kozinoğlu Afganistan'da general rütbesinde etkinliği olan biri.

SAHTE DİPLOMA SKANDALI
Özel Kuvvetlerin altında hizmet veren Muharebe Arama Kurtarma Birliği'nin kuruculuğunu yaptı. 1994 yılında yurtdışına çıkana kadar bu göredeydi. Görevi yıllar sonra yine Ergenekon operasyonunda yolları kesişecek Levent Göktaş'a bıraktı.

ÇİN'DE ÖZEL GÖREV
Kozinoğlu'nun MAK'ın ardından Doğu Türkistan'da Çin Halk Cumhuriyeti'ne karşı bağımsızlık mücadelesi veren kadroları eğittiği ileri sürüldü.

MİT-Yargıtay-Mafya üçgeninde yaşanan skandal sırasında Kozinoğlu ile ilgili ilginç bir olay daha ortaya çıktı. O da MİT'te yükselmek için teşkilata verdiği diplomanın sahte çıkması.

İLK DURUŞMA 8 GÜN SONRA
Soruşturmayı yürüten savcı Zekeriya Öz tarafından yaklaşık 2 saat ifadesi alınan Kozinoğlu, 'terör örgütü üyesi olmak' ve 'devletin güvenliğine ilişkin belgeleri sızdırmak' suçlamasıyla tutuklanmıştı. Hakkındaki iddiaları reddeden Kozinoğlu, 'Soner Yalçın'ı tanımıyorum. Hatta gazeteci tanıdığım da yok' demişti. İddianamede, 11.5 yıldan 26 yıla kadar hapsi istenen Kozinoğlu, 22 Kasım'da ilk kez hakim karşısına çıkacaktı.

ÖCALAN'I SORGULAYAN ALBAY KOĞUŞ ARKADAŞI
Kozinoğlu, Ergenekon davası sanıklarından emekli Albay Hasan Atilla Uğur ve emekli Yüzbaşı Hasan Ataman Yıldırım'la aynı koğuşta kalıyordu. Uğur, Ergenekon'dan yargılanırken terörist başı Abdullah Öcalan'ı Kenya'dan Türkiye'ye getiren ekipte olduğu ortaya çıkmıştı.

KURTLAR VADİSİ ÖLECEĞİNİ TAHMİN ETTİ
Kozinoğlu, Kurtlar Vadisi’ne de konu olmuştu. Dizinin 123’üncü bölümünde diziye katılan “Kazım Kaşifoğlu” karakterinin, aslında Kozinoğlu’nu anlattığı öne sürülmüştü. Oyuncu Sedat Savtak’ın canlandırdığı karakter, dizide Cumhurbaşkanını bile tehdit edebilecek derecede güçlüydü. Dizideki Kaşifoğlu karakterinin son bölümde Yeşil’i canlandıran “Kara”, Kaşifoğlu’nu öldürmek için yeniden sahaya iniyordu.

13 Kasım 2011 Pazar

Hz. Ebû Dücâne

Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?
Resûlullah efendimizin fedâisi:
Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz, son emirlerini verdiler. İslâm Ordusunun, nelere dikkat etmesi gerektiğini, açık açık bildirdiler…
Sonra, mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
- Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?
Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hz. Ebû Dücâne, yüksek sesle sordu:
- Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?
Kılıcın hakkı
- O’nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır, vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana zafer yahut şehîdlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır.
Hz. Ebû Dücâne, Medîneli mücâhidlerin en bahadırlarından biriydi. Şunları söyledi:
- Kılıcı, o şartla alabilirim yâ Resûlallah.
Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Üzerine, Arapça şu beyt oyulmuştu:
“Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. İnsan, korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz.”
Ebû Dücâne hazretleri o kadar sevindi ki, keyfinden, pehlivanlar gibi yürümeye başladı. Geniş ve dik adımlar atıyordu. Başına, kırmızı bir tülbent sardı. Sanki fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu.
Aslında Eshâb-ı kîrâm, ya’nî Peygamber efendimizin sevgili arkadaşları; mütevâzi, alçak gönüllü, kibirsiz insanlardı. Halbuki şimdi Ebû Dücâne hazretleri biraz gururlu görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı:
- Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?
- Gurur ve kibir, bize göre değil ki.
Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onları susturdular ve buyurdular:
- Bu bir yürüyüştür ki, harp meydanları dışında Allahü teâlânın gadabına sebeptir…
Hz. Ebû Dücâne, şâhin gibi düşman üstüne atılıyordu. Elindeki kılıcın hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı. Önüne çıkan dinsizleri, müşrikleri kılıçladı, kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini yaraladı. Zâten yürüyüşünden, heybetinden korkan hâinler; çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.
O kurtulursa
Uhud Savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin Ebî Avf, kudurmuş bir canavar gibi Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da:
- Ey Kureyş cemâ’atı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen kimse ile çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak Kureyş kâfirlerini harbe teşvik ediyordu.
Ebû Dücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması îcab ettiğini anlamış ve çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu İslâm düşmanını öldürerek gerekli cezâsını vermişti.
Ebû Dücâne hazretleri bununla meşgul iken, müşriklerden Ma’bed bin Vehb, Ebû Dücâne’ye müthiş bir kılıç darbesi indirmişti. Ebû Dücâne hazretleri çok seri bir şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş, hemen sonra acele kalkıp hücum ederek, Ma’bed’i yaralamış, bir çukura düşürmüştü.
Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru fırlattı. Bu hâl, Kureyş kâfirlerinin zaten bozulmuş olan morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu.
Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirinden Zübeyr bin Avvâm, kılıcın kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:
“- Ben Resûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, Ebû Dücâne’ye verdi. Halbuki ben halası Safiyye’nin oğluyum. Üstelik de Kureyşliyim. Halbuki önce ben istemiştim. Gidip bakayım, Ebû Dücâne benden fazla ne yapacak?”
Ebû Dücâne’yi takibe başladı. Ebû Dücâne hazretleri beytler okuyor, müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli Ebû Zûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. Ebû Dücâne hazretleri ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu:
- Ben Ebû Zûl-Kerş’im!
Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük göbeğinden dolayı verilmişti.
İkiye biçti
Önce Ebû Dücâne hazretlerine hücum etti. Ebû Dücâne, onun darbesinden kalkanıyla korundu. Ebû Zûl-Kerş’in kılıcı Ebû Dücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü. Kılıcına asıldı fakat çıkaramadı. Sıra Ebû Dücâne hazretlerine gelmişti. Bir kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye biçti. Canını Cehenneme yolladı.
Bundan sonra Ebû Dücâne, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına geldi. Ebû Dücâne buyuruyor ki:
- Uzaktan bir kadın gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun bir kadın olduğunu görünce Resûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve kılıcı kadına vurmadım.
Tir tir titreyen Kureyşli kadın bile, bu civânmertlik karşısında şaşırıp kaldı!
Bu kadın Ebû Süfyân’ın hanımı Hind idi. Daha sonra Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.
Ebû Dücâne’nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde Ebû Süfyan’ın karısı Hind’i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi kendine buyurdu ki:
- Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.
Sonra Ebû Dücâne’nin yanına vararak dedi ki:
- Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm.
Ebû Dücâne cevap verdi:
- Resûlullahın kılıcına hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım.
Daha sonra Ebû Dücâne hazretleri, Hz. Hamza ve Hz. Ali ve diğer Eshâb-ı kirâm ile beraber yeniden düşman saflarına umumî taarruz için ileri atıldı. Birçok Sahâbî şehid düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı.
Peygamberimiz duâ etmiş idi
Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca, Peygamber efendimizin yanında yedisi muhâcirlerden, yedisi de ensârdan olmak üzere ondört sahâbi kalmıştı. Bu yedi ensârdan biri de Ebû Dücâne idi.
Ebû Dücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak üzere üçü muhacirlerden beşi ensârdan olan sekiz sahâbiden birisi olarak Resûlullaha biat etmişti. Bu sekiz sahâbiden hiçbiri Uhud’da şehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz duâ etmiş idi.
Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah bin Hüneyd, Peygamberimizi görünce atını mahmuzladı. Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde olup, başında da miğfer vardı.
- Ben Züheyr’in oğluyum. Bana Muhammed’i gösteriniz. Ya ben O’nu öldürürüm yâhut onun yanında ölürüm, diye haykırıyordu.
Ebû Dücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak dedi ki:
- Gel yanıma! Ben vücudumla Resûlullahın vücudunu koruyan bir kişiyim.
Abdullah bin Hüneyd’in atının bacaklarına bir kılıç çaldı. Atın ayakları çökünce kılıcını kaldırıp:
- Al bunu da Hareşe’nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehenneme gönderdi.
Sen de râzı ol
Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve buyurdu ki:
- Allahım, Ebû Dücâne’den ben nasıl râzı isem, Sen de râzı ol.
Ebû Dücâne hazretleri Uhud’da çok kahramanlık gösterdi. Resûlullah efendimiz Uhud gazâsından dönünce, Ebû Dücâne hazretlerine vermiş olduğu kılıçlarını almıştı. Kılıcın üzerindeki müşrik kanlarını silmek üzere mübârek kerîmeleri Hz. Fâtıma’ya uzattı. Bu esnâda, Hz. Ali de kendi kılıcını uzatarak dedi ki:
- Şunu da al, bu gazâda çok iyi işime yaradı.
Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:
- Sen muharebede sadâkat gösterdin, başarılı oldun; Sehl bin Hâris ve Ebû Dücâne de başarılı olmuşlardır.
Böylece Ebû Dücâne ve Sehl hazretlerinin yapmış olduğu üstün hizmeti beyân buyurmuşlardır.
Cin mektubu
Ebû Dücâne hazretleri anlatır:
Bir gece yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi ses duydum ve şimşek gibi parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah birşey yükseldiğini farkettim. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. Buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!.
Kalem ve kâğıt istedi. Hz. Ali’ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.
Sâhibimin izni olmadıkça
Ona dedim ki:
- Sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam.
Cin ağlamasından, feryâdından dolayı, o gece, bana çok uzun geldi.
Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
- O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyâmete kadar çekerler!
Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.
Ebû Dücâne hazretleri hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemet-ül Kezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.

Mus'ab Bin Umeyr (r.a)

NESEBİ:
Mus’ab b. Umeyr b. Haşim b. Abdi Menaf b. Abdiddar b. Kusay, b. Kilâb b. Mürre el-Kureşî el-Abderî.
Babası Umeyr, annesi Hunnas bint Malik’tir. Karı-koca Umeyr ve Hunnas, çok zengin bir aile idiler. Mus’ab’in künyesi Ebû Abdullah’tır.1 Ebû Muhammed diye künyelendiğini söyleyenler de vardır.2
Zeynep adlı bir kızından bahsedilir ki, bu kızın annesi Hamne bint Cahş’tır. Dolayısıyla Hamne, Mus’ab’ın zevcesi olmaktadır.
Sâbıkûn-ı İslâm’dan olup, İslâm’a girdikten sonra Hz. Peygamber kendisine “Mus’abü’l-Hayr” ünvanını vermiştir.
Mus’ab b. Umeyr, Kureyş’in Abdüddaroğullarındandır. Abdüddaroğulları cahiliye devrinde, “liva, sidane ve hicabe”‘* görevlerini yapıyorlardı. Bir rivayete göre “nedve”** görevi de onlardaydı. Bunlardan anlaşılacağı üzere bu kabile, cahiliye devrinde etkili bir statüye sahipti ve Haşimoğulları ile aralarında da öteden beri husûmet vardı. Bu sebeple Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine Mekke’de şiddetle muhalefet etmeleriyle tanınmışlardı. Bu kabilenin bazı simaları halka eski Rum ve Acem masalları anlatarak güya Hz. Peygamber (sav)’in okuduğu Kur’ân âyetlerini etkisiz hale getirmek istiyorlardı. (Lokman, 31/6)
MÜSLÜMAN OLUŞU
İşte Mus’ab, böyle bir sülâlenin içinde büyümüştü. Baba ve annesinin biricik sevgili evlâdı idi. Ailesi, ona en güzel, en pahalı, en lüks elbise ve ayakkabılar giydirirler, en üstün vasıflı kokular sürerlerdi. Akranları arasında en çok para belki de onun cebinde bulunurdu. Son derece müreffeh bir hayatın içinde bir eli yağda, bir eli balda yakışıklı bir delikanlı idi. Fakat emsallerine göre temiz bir kalbe sahipti, tab’an putları sevmezdi. Fıtraten tevhide meyyaldi. Bu yüzden olmalı ki, sülâle ve aile yönlendirmesinin tam aksine İslâm’a ilk girenler arasında yerini aldı. Hz. Peygamber (sav), Dârü’l-Erkâm’da iken dâvete icabet etti, tebliğ kendisine ulaşır ulaşmaz Müslüman oldu. Baba ve annesinin durumu öğrenmeleri halinde çeşitli sıkıntılarla yüz yüze geleceğini bildiği için Hz. Peygamber (sav)’in yanına bir süre gizli gidip geldi. Namazlarını da gizlice kılıyordu. Ancak, amca çocuklarından Osman b. Talha onu farkedip de ailesine haber verince durum değişti, Mus’ab’ın hayatında yepyeni bir dönem başladı.
HİCRETİ
Babası, annesi onu, Haşimoğullarından birine tâbi olduğundan dolayı hapsettiler. Müslümanlarla buluşup görüşmesini engellediler; İslâm’dan uzaklaşması, Hz. Peygamber (sav)’e tâbi olmaktan vazgeçmesi için çeşitli maddî ve psikolojik müeyyideler uyguladılar, türlü baskılar yaptılar. Ebeveyn şefkati ile ailenin eski inancına döndürebileceklerini düşündüler, fakat bir sonuç alamadılar. Bütün güzel elbiselerini, ayakkabılarını aldılar, cebindeki paraya el koydular, onu tam bir yoksulluğa iterek bu yeni hayata dayanamayacağı ümidi ile kendilerine dönmesini beklediler. Fakat umduklarını bulamadılar. Mus’ab (ra) bir yolunu bularak bi’setin beşinci yılında ilk kafile ile Habeşistan’a hicret etti. Böylece İslâm tarihinin ilk muhacirleri arasında yerini aldı. Artık, üzerinde güzel elbiseler yoktu. Yüzü, ezâya, cefâya uğramanın yıpranmışlığını yansıtıyordu. Bu nedenle Habeşistan hicreti onun dünya nimetlerinden vazgeçişinin fiilî bir ifadesi ve Allah için yaptığı cihadının önemli bir safhasını teşkil ediyordu. Hz. Peygamber (sav), onu bu yeni yoksul çehresiyle görünce, baba ve annesinin sağladığı maddî imkânların hepsini Allah ve Rasûlü’nün sevgisi uğruna terk edebilen bir mü’mine sahip olduğundan dolayı Cenâb-ı Hakk’a hamd ediyordu.
Hicret günleri devam ederken Mekke ileri gelenlerinden bazılarının Müslüman olduğu haberi duyuldu. Bu, ikinci Habeş hicretinden yaklaşık 3-4 ay sonrasına tesadüf ediyordu. Bunun üzerine, Habeşistan muhacirlerinden 39 kişi Mekke’ye döndüler. Hz. Mus’ab da onlar arasında idi. Halbuki, duyulan haber asılsızdı, Mekke ileri gelenlerinin İslâm’a olan düşmanlığı devam ediyordu.
Kuvvetli rivayete göre Mus’ab b. Umeyr (ra), I. Akabe Biati günlerine kadar Medîne’de kaldı. Bi’setin 12. (M. 621) yılında vuku bulan II. Akabe Biatini müteakip Hz. Peygamber Medînelilerin isteğiyle Hz.
Mus’ab’ı bir başka beldede tebliğ faaliyetini yürütmek üzere İslâm tarihinin ilk muallimi sıfatıyla görevlendirdi. Bu görevlendirmenin, kafile Medine’ye döndükten sonra gönderdikleri bir mektuptaki istek üzerine gerçekleştiğine dair görüşler de vardır. Ashabtan Hz. Bera b. Azib’in beyânına göre Mus’ab b. Umeyr (ra), böylece Medine’ye ilk hicret eden muhacir ünvanını da alıyordu. İkinci muhacir ise İbn Ümmi Mektum idi.3
VE MEDİNE’DE
Mus’ab b. Umeyr (ra) Medîne’de Es’ad b. Zürare’ye konuk oldu ve Medîneli ilk Müslümanlardan olan bu zatın desteğiyle çok verimli bir tebliğ çalışması yürüttü. Hz. Mus’ab, Hz. Peygamber (sav)’in tebliğ inceliklerini gerçekten de çok iyi kavramıştı. Kur’ân-ı Kerîm’den o zamana kadar nazil olan âyetleri ezbere biliyordu. Muhataplarını etkili bir hitap tarzıyla psikolojik bir dinleme atmosferine sevkediyor, güzel bir üslupla İslâm’ı tanıtıyor, Kur’ân’dan âyetler okuyordu. Meselâ Abdüleşheloğullanndan Üseyd b. Hudayr ile Sa’d b. Muaz’ın Müslüman olmaları hem onun için, hem de Es’ad b. Zürâre için bir sürûr kaynağı idi. Çünkü Üseyd ve Sa’d, kabilelerinin mühim simaları olup, geri kalanlar onlara bakarak Müslüman olacaklardı. Hz. Mus’ab, Zaferoğullarına ait bir bostanda Müslüman olmuş Medînelilerle bir kuyu başında sohbet ederken önce Üseyd, daha sonra da Muaz gelerek peş peşe Müslüman oldular. Halbuki onun yanına gidiş sebepleri kendisini bu faaliyetten men’etmekti. O ise: “Biraz olursanız, söyleyeceklerimi dinleseniz de, beğenir ve dilerseniz kabul etseniz, beğenmeyecek olursanız, biz de hoşlanmadığınız şeyi size tekliften vazgeçip yanınızdan ayrılsak olmaz mı?” diyerek muhatabı ile diyaloğa başlıyor, çok hikmetli bir anlatım ve Kur’ân kıraati sonunda gusledip, elbiselerini temizleyip, şehâdet getirip, iki rekât namaz kılarak Müslüman olmalarını sağlıyordu. Kaynaklarda yer alan kuvvetli rivayete göre Mus’ab b. Umeyr (ra) Medîne’de cuma günü hutbe ve namazı Hz. Peygamber (sav)’in izniyle ilk ikâme eden veya cuma için Müslümanları Sa’d b. Hayseme’nin evinde ilk toplayan (mücemmi’)dır. Bu konuda Hz. Es’ad b. Zürare’nin adı da geçer. Bu iki zatın bu görevi sıra ile yaptıkları da söylenir.4
AKABE BİATINDA
Medîne’de gösterilen başarılı bir tebliğ yılından sonra Mus’ab, b. Umeyr (ra) bi’setin 13. (M. 622) yılında hac mevsiminde ikisi kadın olmak üzere 75 kişi ile Mekke’ye geldi, ebeveyninin yanına hiç uğramadan ilk önce Hz. Peygamber (sav)’e gitti, bir yıl içinde yaptığı tebliğ faaliyeti ile ilgili bir rapor sundu. Hz. Peygamber (sav) çok memnun oldu ve ona teşekkür etti, hayır dua buyurdu. Böylece Hz. Mus’ab, İslâm tarihine hicretin müjdecisi olarak damgasını vuran. II. Akabe Biatı’nın hazırlanması ve gerçekleştirilmesinde mühim vazifeler icra etmiş oldu. Mus’ab, bu biati takip eden Zilhicce, Muharrem ve Safer aylarında Mekke’de kaldıktan sonra tekrar Medine’ye döndü.
Hicretten sonra Rasûl-i Ekrem (sav) onu muhacirlerden Sa’d b. Ebî Vakkas (ra), ensardan da Ebû Eyyûb el-Ensârî (ra) ile kardeş yaptı.
CİHAD YOLUNDA ŞEHÂDET
Mus’ab b. Umeyr (ra), Bedir gazvesinde muhacirlerin, Uhud’da ise bütünüyle Müslümanların sancağını taşıdı ve Hz. Peygamber (sav)’in sancaktarları arasına katıldı.
Uhud muharebesinin Müslümanların aleyhine döndüğü ikinci safhasında Mus’ab b. Umeyr (ra), sürekli Hz. Peygamber (sav)’in yakınında idi. Müşriklerden İbn Kamie, öldürmek niyetiyle Rasûl-i Ekrem (sav)’e yaklaşınca diğer bazı sahabîlerle birlikte, Hz. Mus’ab ve Nesibe Hatun (r.anha) onu karşıladılar. İbn Kamia, çift kat zırh giyinmiş olduğundan aldığı darbelerden etkilenmedi. Mukabil bir kılıç darbesi ile Hz. Mus’ab’ın sağ elini kesti. Hz. Mus’ab, sancağı sol eline aldı. İkinci bir darbe de sol elini kesti, Mus’ab (ra) bu sefer de sancağı göğsü ile sıkıca tuttu, yere düşürmedi. Fakat İbn Kamia mızraklayıp onu şehid edince sancak Hz. Ali’ye intikal etti.
Hz. Mus’ab şehid düştüğünde fakirâne bir kıyafet içinde idi. Hz. Peygamber (sav) onu o vaziyette görünce şöyle dedi: “Bakınız şu yiğide ki, Allah onun kalbini nurlandırdı da o, anne ve babası arasında sizin görmediğiniz yiyecek ve içeceklerin en iyileriyle beslenmekte olduğunu görüp dururken, Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ona anne ve babasını bıraktırdı.” Kezâ, Hz. Mus’ab’a hitaben de: “Ben seni Mekke’de gördüğüm zaman senden daha ince ipek elbise giyen, senden daha güzel görünüşlü bir yiğit yoktu! Şimdi sen bir hırka içinde saçı başı karmakarışık bir haldesin!” demekten kendini alamadı ve başında durarak şu mealdeki âyeti okudu: “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 33/23)
Habbab b. el-Eret (ra)’in genel olarak muhacirler, özel olarak da Mus’ab b. Umeyr (ra)’e dair ilginç bir yorumu vardır, aynı zamanda onun toprağa verilişi hakkında da bilgi vermektedir. Habbab (ra) diyor ki: “Biz Mekke’den Medine’ye dünya için değil, Allah rızası için Rasûlullah (sav) ile beraber hicret ettik. Artık, ecir ve mükâfatımız Allah’a aittir. Muhacir yoldaşlarımızdan bu ecir ve nimetten hiçbir şey tatmadan âhirete gidenler vardır ki, Mus’ab b. Umeyr onlardandır. Dostlarımızdan kendisine hicret semeresi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır. Mus’ab, Uhud günü şehit olmuştu da biz onu saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız, şehidin bir kaftanını bulmuştuk. Biz bu aziz şehidi, ona sarmağa çalıştık, başını bürürken ayaklan açılıyordu, ayaklarını kapatırsak başı açığa çıkıyordu. Rasûlullah (sav) bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhir otu koymamızı emir buyurdu.”5

HAKKINDAKİ SENALAR
Hz. Mus’ab’ın şehâdetinden yıllar sonra Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Abdurrahman b. Avf’ın yaptığı yorum, onun şahsiyeti hakkında bize bilgi vermektedir. Oğlu İbrahim’in haber verdiğine göre Abdurrahman’ın oruçlu olduğu bir gün, iftar vaktinde sofra hazırlanıp huzuruna konulduğunda Hz. Mus’ab b. Umeyr ve Hz. Hamza b. Abdülmuttalib’i hatırlamış, kendisinden hayırlı olduğunu düşündüğü bu zatların Uhud’da şehit düştükleri zaman vücutlarının tamamını saracak bir kefene bile sahip bulunmadıklarını belirttikten sonra “… ‘ (Bunlar böyle zühdî bir hayat içinde hak evine gittikten) sonra dünyanın bunca nimetleri karşıma seriliyor. Âhiret için kazandığımız hasenatımız tacil edilip de dünyada verilmiş olmasın!’ demiş ve (o şehitlerin yüksek derecelerine erişmekte geciktiğine müteessir olarak) ağlamaya başlamış, hatta (iftar) yemeğini de terketmiştir.”6
Âmir b. Rebiâ’nın da onun hakkında güzel bir şahâdeti var. Müslüman olduğu günden Uhud’da şehid düştüğü güne kadar bu zat, gerek Habeşistan hicreti, gerekse başka seferlerde samimî bir dost olarak birlikte olduğu Hz. Mus’ab hakkında “… Ben onun kadar güzel huylu ve onun kadar aykırı davranışı az bir kimse görmedim” diyor.7
ELHÂSIL
Günümüz Müslümanlarının, gerek İslâmî tebliğ hizmetleri, gerekse İslâm uğrunda gösterilecek malî ve bedenî fedakârlıklar hususunda Mus’ab b. Umeyr Hazretlerinden alacakları dersler olsa gerek! Hz. Mus’ab’ın hayatı ve hizmet faaliyetlerinden anlaşılıyor ki, İslâmiyet, nice meşakkatlere göğüs gererek yayılmış, nice hamiyet sahiplerinin plânlı ve gayretli çalışmaları ile ilerlemiştir. Hattâ, İslâm’ın kökleşip cihana yayılması konusunda en büyük hizmeti yapanlardan kimileri bu uğurda şehid düşmüşlerdir, bu yüzden onlar belki İslâm’ın yükseliş devirlerini görememişlerdir. Ancak, hiç şüphesiz, yükselen İslâm’la onlar me’cur olmuşlar ve öbür âlemde ruhları şâd olmuştur.
Mus’ab (ra) gibi dâva sahibi olup, ölünceye kadar dâvaya olan bağlılığını sürdürenler, ölseler de hadîsin ifadesiyle, geride bıraktıklarının mücahedelerinden hissedâr olacaklardır.

11 Kasım 2011 Cuma

Bilenle Bilmeyen Bir Olur mu?


Allah (cc)’ın açıklanmış rızasını beyan eden hitap "OKU" diye başlar: Oku, seni yaratan Rabbinin adı ile oku!

Allah (cc) işi ehline vermemizi emreder. Sonuçta aklımız kadar iman edecek, aklımız kadar iş yapacağız. Dinimiz aklımızdan çok olamaz. Çünkü bilmediğimiz bir şeye iman edemeyiz.

Ayrıca, "Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmeyecek"tir..

Bir anlık tefekkürün, bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu da biliyoruz..

Onun için Allah (cc) "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diye buyurur. Tek başına bilmek de yetmez.

Yine Kur’an, zamanının en aydın isimlerinden birine "Ebu Cehil" adını vermiştir.. Aynı kişi, zamanının siyasetinden, sanatından, ekonomisinden anlayan biri idi. Ama Kur’an-ı Kerim ona "Cehaletin babası" lakabını taktı. Çünkü o kişi "hakikatin bilgisi"nden yoksundu.. "Gerçeğin bilgisi"ni ise kendi heva ve hevesleri, ihtirasları için kullanıyordu.

Kur’an-ı Kerim bu anlamda bildikleri halde gereğini yapmayanlara "Kitap yüklü eşekler" der. Bildiklerinin aksini yapanlara ise "Bel’am" der ve onları lanetler..

Nasıl karnımızı doyurmak için vitamin, protein ve glikoza, havaya, suya ihtiyacımız varsa, aklımızı doyurmak için de kelimelere, kavramlara, terimlere ihtiyacımız var.. Okumamız-yazmamız gerekiyor. Bütün bunlar "düşünen bir insan" olmak için..

Sonuçta bilgi bizi özgür ve mutlu kılacak.. Çünkü, "cahillik küfre en yakın yoldur."

Allah (cc), "Bilmediğin şeyin peşine düşme" der. İşi ehline vermemizi emreder. Bilenlere danışmamızı emreder. Onun için istişare farzdır..

Alimler, İslam geleneğinde "gökteki yıldız" gibi tanımlanır, ilmi ile amel eden bir alim için "veresetül enbiya", yani "Nebilerin mirasçısı" denir.

"Alimin mürekkebinin şehidlerin kanı ile tartılacağı", ya da "alimin uykusunun, cahilin nafile ibadetinden daha değerli olabileceği", "bir anlık tefekkürün bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olduğu" şeklindeki uyarılar İslam’ın ilme ve alime verdiği değerin bir ifadesi olarak büyük önem taşır.. Onun için günde en az bir gazete, haftada en az bir dergi ve ayda en az bir kitap okumamız gerekiyor..

Konfiçyüs "Rabbım şudur senden dileğim yaşadıkça / Kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe" der..

İyi bir Müslüman olmak için önce temel kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okumamız gerekiyor. Tabii manasını da. O da yetmez, Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak için bir de usulü tefsir okumak gerek. Tabii Peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’i nasıl yaşadığını anlamak için bir de Siyer okumamız gerekiyor.

Tabii Peygamberimizin ayetleri nasıl açıkladığını öğrenmek için hadis okumamız gerek. Hadisin doğrusunu yanlışından ayırt etmek için bir usulü hadis.

Yetmedi, bir Akaid okumamız gerek bu arada. Okuduklarınızı doğru anlamak ve anlatmak için Kelam okumanız gerek.. Bu arada bir de fıkıh kitabı ve tabii usulü fıkıh.

Sonra da, bir peygamberler tarihi, bir de İslam tarihi. Mezhepler, tarikatler ne zaman, nasıl ortaya çıktı. İslam devletleri nasıl kuruldu, yükseldi ve çöktüler..

Sonuçta tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. İbret dersidir. Bir milletin tecrübeler kitabıdır. Ortak hafızasıdır..

Kur’an-ı Kerim’in pratik hayatımızdaki karşılığını öğrenmek için, bilim, sanat, felsefe, ekonomi, siyaset, tarih ve benzeri kitapları okumamız gerek.

Esasen bütün kitap okumaları temel kitabımız Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamak içindir..

Kafamızı doyurmak, karnımızı doyurmaktan önce gelir. Çünkü cahiller karınlarını doyurmaktan da acze düşebilirler.. Kalbimizin temizliği elbisemizin temizliğinden önce gelmelidir.

Okuma’yı okulla sınırlı görmemek gerek. Bu, bir ömür boyu sürmelidir. Evde, yolda, her zaman kitabımız başucumuzda olmalıdır ve düşündüklerimizi yazma alışkanlığı kazanmalıyız..

Kur’an-ı Kerim’deki bir sûrenin adının da "Kalem Sûresi" olduğunu unutmayalım.

Allah bizi tearüf edelim yani bilişelim diye yarattı. Hem kendimizi bileceğiz, hem karşımızdakini.. Bunun adı irfan’dır.. Nefsini bilen Rabbini de bilecektir sonunda.. O zaman sorunları doğru tanımlayabilecek ve çözüm de üretebileceğiz. Biz kendimizi değiştirince Allah’ın hükmü de bizim halimize uygun bir şekilde tecelli edecektir.

Selam ve dua ile.
kaynak: Yeni akit

Sorry You are too late

Arkadaşlar sizlere bir gerçekten ( bana göre) bahsedeceğim.Tabi komplo teorisi olduğunu düşünenlerde olabilir.İllüminati hakkında az çok bilginiz vardır.Dünyayı yönetmek isteyen bir tarikat yada neyse merak edip kendin araştır kendin uyan!


http://www.illuminati.org/


Bu site onların 1995 yılından bu yana sahip olduğu sitesi.Siteye girdiğinizde birşey göremiyorsunuz fakat Ctrl + A tuşlarına basılı tuttuğunuzda bir geri sayım var.Sitenin kaynak kodlarına bakın sağ tuş Sayfa Kaynağını göster kod bilgisi olan arkadaşlar anlarlar geri sayım bittiğinde “Sorry, you are too late.” bu yazı çıkacak sitede.Yani “Üzgünüz geç kaldın”


Şimdi gelelim geri sayıma geri sayım Türkiye saati ile 7 Aralık 16:59′a denk geliyor.Yani o gün illüminati örgütünün ses getirecek bir saldırısı olacak.


7 Aralık Neyi İfade Ediyor?
Çok kısaca anlatıyorum 7 Aralık günün vikipedia da araştırırsanız o gün olan olayları görün ve sizde bi düşünün bakalım?


http://tr.wikipedia.org/wiki/7_Aral%C4%B1k


7 Aralık 1917 – I. Dünya Savaşı: ABD, Avusturya-Macaristan’a savaş ilan etti.
7 Aralık 1941 – II. Dünya Savaşı: Kanada; Finlandiya, Macaristan, Romanya, ve Japonya’ya savaş ilan etti.
7 Aralık 1941 – Pearl Harbor Saldırısı: Japon uçakları Amerikan deniz üssü Pearl Harbor’u bombaladı. 5 savaş gemisi, 14 gemi, 200 uçak yok edildi, 2400 kişi öldü

Karanlık günlerde yaşıyoruz ve karanlık günlerde karanlık gizli örgütler canlanıp gündemi yönlendirmeye uğraşırlar. Karanlık örgütlerin en karanlığı sayılan İlluminati de tam bu günlerde ortaya çıktı ve çok ses getirecek bir eylem planlamaya başladı. 

Gizli örgütleri çalışmışlığım ve dünyanın gizli tarihi üzerine okumuşluğum vardır, ama İlluminati’nin son tehdit kokan operasyonunu ben bile ürpertici buldum. Gizli örgüt Panama’dan yayın yaptığı anlaşılan bir internet sitesinde (www.illuminati.org) durmadan süren bir geri sayım başlatmış durumda.

şuanda'da 26 days + 1h : 59m : 30s